BÜLENT MUMAY – Röportaj
Bülent Mumay gazeteci ve dijital medya uzmanı. Türkiye’nin önde gelen gazete ve haber portallarında editörlük ve yayın yönetmenliği yapan Mumay, şuan Türkiye’de Birgün gazetesi, Almanya’da ise Franfurther Allgemeine Zeitung gazetesinde düzenli olarak köşe yazarlığı yapıyor. 15 Temmuz’da yaşanan darbe girişimine ilişin soruşturma kapsamında gözaltına alınan Mumay kısa sürede serbest bırakıldı ve bu sürede Türkiye ve dünya serbest kalması yönünde adeta ayağa kalktı. Bir anlamda şerden, bir hayır doğdu. Geçtiğimiz hafta kendisiyle görüşmek ve yaşadıklarını dinlemek için İstanbul’da görüştük. Samimiyetle sorularımı yanıtlayan Mumay, zaman zaman yaşadığı umutsuzlukları da paylaşarak, sorularımı içtenlikle yanıtladı.
İstanbul Üniversite’sinde sosyoloji eğitimi alan Bülent Mumay, aslında bir sosyolog. İlk sorum elbette neden gazeteci olmayı seçtiğine ilişin… “Gazeteci bir babanın çocuğuyum. Kağıt ve kalemle yazı yazmayı öğrenmeden önce daktilo kullanıyordum. Babam evden gittiğinde en sevdiğim şey onun daktilosuyla oynamaktı. ilk oyuncağımdı. Babam, Necati Mumay uzun yıllar muhabirlik yaptı. Abim Cengiz Mumay’da gazeteci oldu. Önümde bu meslekten çok iyi iki rol model vardı. Böylece18 yaşındayken, Hürriyet’te çalışmaya başladım. Gündüz üniversiteye gidiyor gece gazetede çalışıyordum.”
Yirmi yılı aşkın bir süredir gazetecilik mesleğine devam eden Mumay, bugün Türkiye’de gazeteci olmanın ne anlama geldiğini, ilginç tespitlerde bulunarak anlatıyor. “Türkiye’de Türkiyeli bir gazeteci değilseniz bu günlerde bu çok iyi bir şey. Çok iyi haber kaynakları, konuları olan ve farlı konularda haber yapabileceğiniz bir coğrafya burası. Ancak Türkiye’de bir gazetede çalışıyorsanız ve Türk’seniz, Türkiyeliyseniz istihdam sorunu yaşarsınız. Bu aralar özgür gazetecilerin iş bulması çok zor. Ya da bir medya kurumunda çalışıyorsanız şuan yapabilecekleriniz maalesef çok sınırlı. Eskiden medyaya sansür, baskı, iktidar tarafından uyarılma ve vergi cezaları gibi yöntemler vardı. Bunları hissediyordunuz ama şuanda tam bir oto sansür var. İnsanlar hiçbir şey yapamıyorlar. Ciddi bir sıkışmışlık söz konusu. “Biz İstanbullular olağan üstü hali yeni tanıdık. Ben Şiirt’te doğdum. 20 kusur yıl OHAL ilan edilen bir coğrafyada yaşadım. Babam ve abimin gazetecilik yaptığı dönemler olağanüstü halin olduğu, gerçekten hallerin epeyi olağanüstü olduğu, Kürt sorununun ve en şiddetli çatışmaların yaşandığı dönemdi. O dönemde gazetecilik yapmak çok zordu. Tarihsel olarak karşılaştırmak doğru değil elbette. Ancak o dönemde gerçeği kısmen deforme ederek de olsa yayınlatabileceğiniz güçlü ve büyük mecralar vardı. Abim o yıllarda Cumhuriyet muhabiriydi ve bu ülkede bir köyde, bir binbaşının, köy meydana insanları toplayıp onlara bok yedirdiğini yazmıştı. Şimdi ise bunları yazmak yürekten fazla bir şeyler istiyor. Şuanda bu tip haberleri ancak minör gazeteler yapabiliyor ve bu gazetelerin de etki gücü yüksek değil. Örneğin, Birgün bu ülkedeki çok tatsız haberleri gündeme getirdi. ENSAR Vakfı’nın yaptıkları ve Antep’te dokuz aylık bebeğe tecavüz gibi… Ama düşünün ki eskiden bunları basabilen daha büyük gazeteler de vardı. Oysa ENSAR konusuna Türkiye’den hiçbir büyük gazete girmedi. Galiba o dönemlerin görece avantajı bir biçimde haberlerin yayınlanabiliyor oluşuydu.”
Dijital Medya üzerine yüksek lisans yapan ve özellikle Hürriyet Gazetesi’ni dijital ortama taşımakta gösterdiği ivme ile çok konuşulan Mumay, yaygın medyanın kısıtlandığı yerlerde alternatif olarak sosyal medyanın yer aldığını açıklıyor. “Sosyal medya bir umut ışığı ama internetin de sansürlenebildiği veya en büyük internet portallerinin haberlerine müdahale edildiği ortamda internet de umut olmaktan çıkıyor, sadece marjinal grupların seslerini yükselttiği bir yere dönüşüyor. Hiçbir işe yaramadığını asla söyleyemem, Türkiye’de bir şeylerin ilk konuşulmaya başladığı kartopu etkisi yaratan bir yer, internet… Dünyanın hiçbir yerinde Twitter’in bu kadar güçlü olduğu bir ülke daha yok. Çünkü konuşacak yerimiz yok. İnterneti konuşacak mecra olarak görüyoruz. Benimle röportaj yapan gazetecilerin en büyük şaşkınlığı Twitter’daki takipçi sayım. 100 binden fazla takipçim var. Oysa ben medya bürokratiğiyim, bizler normalde dışarda çok bilinmeyen, içeride çalışan insanlardık. Bugün içeride çalışamıyoruz ama insanlar bilgiye, bir şey duymaya ihtiyaç duyduğu için beni takip ediyor. Genelde bu durum anti demokratik, demokrasinin rayında gitmediği ülkelerde oluyor. Yine de da bu mecralarda da insanların özgür olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü 15 yaşında çocuklar bile Twitter’da cumhurbaşkanına hakaret ettiği için tutuklanabiliyor. Bu çocuklar cezaevlerinde yatıyor. Maalesef sosyal medyada henüz tam bir umut olmasa da, hiç yoktan iyi bir yer diyebilirim.”
******************************
“Yaşadıklarım aklıma gelmezdi, anlatınca hala öfkeleniyorum”
15 Temmuz darbe girişiminin ardından FETÖ üyesi olmaktan göz altına alınan Mumay yaşadıklarını samimiyetle bizimle paylaştı. Hala şaşkın olduğunu söyleyerek adeta aklına gelmeyen şeyin başına geldiğini dile getiriyor. “Türkiye’de gazetecilik yapıyorsanız gözaltına alınabilme gerekçelerini tahmin edebilirsiniz, çünkü benzerleri meslektaşlarınızın başına zaten gelmiştir. Bölücülük, devlet büyüklerine hakaret maddesi, çekebileceğiniz yere kadar çekilir. Devletin gizli bilgilerini ifşa etmek, o da Can Dündar’ın başına gelenlerdi. Fakat Fetullah Gülencilerle bağlantılı olmak, darbeyi desteklemek… Hayatta aklıma gelmezdi. Hala anlatınca öfkeleniyorum. Benim böyle bir yerde olmamı varsaymalarının niyeti başka. Bu ülkede size kızdıkları zaman, kulp takmak için zaman kollarlar. İlk fırsatta da adınızı bir yere eklenir. Çok şanslıyım ki kendimi kimliğim ve ideolojik duruşumla çok iyi ifade eden bir gazeteciyim. Bu olay başıma geldiğinde de arkadaşlarım, çevrem, ve uluslararası basın örgütleri kıyameti kopardı. Sorgulanmaya gittiğimde de savcının elinde gerçekten bir şey yoktu. İki tweet, iki haber ve linktin profil sayfamın çıktısı vardı. Normalde ortada kanıtlar olmalı. Hiçbir şey yoktu. Bir sabah eski komşularımın telefonuyla uyandım. Polis seni arıyor dediler, bu ülkede polis seni arıyor denilince hemen polise gitmezsiniz. Ne olduğunu anlamak için avukatımı aradım, araştırma yaptı. Bu arada yandaş medyada benimle ilgili haberler çıkmaya başladı. Bunlar üzerine hemen Fettulah Gülen’e karşı yaptığım haberler, tweetleri ve TV’lerde yaptığım yorumları toparladım, hazırladım. İstedim ki onlara ‘siz bunlarla birlikte hareket ettiğiniz zaman ben bunları eleştiriyordum ve bana balyozcu, darbeci paşaların ortağı deniliyordu’ diyebileyim. Bunları kanıtlayabileyim. Birkaç gün içinde polis beni buldu ve gözaltına alındım. Üç geceyi nezarette geçirdim.”
“Musalla taşı gibi bir taşın üstünde uyudum”
Mumay haksız yere suçlandığı ve özgür olmadığı, gözaltı ortamındaki en büyük korkusunun bu süresinin uzatılması olduğunu söyledi. “Üç uzun geceyi göz altında geçirdim. Kimse bana kötü davranmadı. Ama koşullar çok kötüydü. Bir taşın üzerinde uyuyorsunuz, musalla taşı gibi. Günde bir öğün yemek yiyorsunuz. Tuvalet gitmek istediğinizde kameraya el sallıyorsunuz. Bazen 10 dakika, bazen 30 dakika bekliyorsunuz. Orada olmak, özgürlüğünüzün kısıtlanması çok tatsız, nezarette otururken en büyük korku duyduğunuz adımlarla birlikte gelecek uğursuzluğu beklemekti. Yanımdakilere sürekli kağıt geliyor ve göz altı süreleri uzuyordu. Bundan çok koktum. Otuz güne kadar böyle bir ithamla orda olmak korkunç olurdu. Neyse ki dördüncü günde serbest kaldım. Bu ülkenin en karanlık gecelerinden biri 15 Temmuz’dur ve bunu yapanlar bu ülkeye çok büyük kötülük yaptılar. Artık arkalarında Gülencilerin olduğu da çok net. Şuanda Türkiye’de tutuklu pek çok gazeteci var. Bazılarını tanıyorum bazılarını tanımıyorum. Aralarında Gülencilere gönül bağı olan medya kurumlarında veya Gülencilerin desteklediği mecralarda çalışanlar var. Bu insanların tek suçu oralarda gazetecilik yapmaksa büyük mağduriyet yaşadıkları kanısındayım. Elbette ben tam olarak kimin neden tutuklu olduğunu bilemem ama sadece orada çalıştıkları için suçlanıyorlarsa bunun haksızlık olduğu kanısındayım. Onları en fazla propaganda yapmaktan yargılayabilirsiniz ama terör örgütü üyesi olmakla suçlayamazsınız.”
*********************************
Gelecekten neler beklediğin sorduğumda ise Mumay biraz düşünüyor, iç çekiyor, umutsuzluğu genç diyebileceğimiz yaşına rağmen gözlerinden okunuyor…“Meslek hayatım boyunca çalıştığım tüm masaların en genç bireyi oldum. Muhabir olarak başladığımda da, editör olduğumda da…Bulunduğum bu mecraların hep umutlusuydum. Şimdi ben de karamsarım. Umudumu yitirdim. Nedeni yaşadıklarım değil esas ülkenin renginin solmuş olması… Ülke her geçen gün tek tipleşiyor, farklılıklar ortadan kalkıyor. Bizi ayakta, hayatta tutacak şeyler azalıyor. Ülkeye olan inancım zayıflıyor. Bir sürü badire atlattık, bunun da üstesinden geleceğiz ama sanıyorum daha epeyi patinaj yapacağız. Son bir yıldır özellikle gençler başka yerlerde gelecek arıyor. Biz bugün 20-25 yaş arası kuşağı kaybediyoruz. Hem de nitelikli yetişen, entelektüel kuşağımızı yitiriyoruz, gelecekle ilgili en önemli karamsarlığım budur.”
**********************************
“Umarım sınırsız ve sınıfsız toplum idealimiz Kıbrıs’ta gerçekleşir”
Elbette Kıbrıs sormadan röportajı bitirmek olmazdı. İnsani değerler anlamında yitirilenleri muhafaza etmekte adanın saklı bir cennet olduğunu düşünen Mumay, siyasal anlamda ise KKTC’nin ayağında pranga olan bir toprak parçasının yarısı olduğunu söylüyor.
“Biraz arafta kalan, ne tam batılı ne tam Avrupa’nın parçası, geleceğini göremeyen, tanınmayan, hayatlarını ertelemek zorunda kalan, uluslararası alanda tanınmadığı için Türkiye’ye bağlı ve ona karşı sürekli yutkunmak zorunda kalan, adeta ayağı pranga ile bağlı bir ülkede… Kafamdaki Kıbrıs tanımı böyle. Türkiye’nin size bakışı sanırım hala biz orayı kurtardık, yavru vatan, bakış açısı. Ancak bu durumun oradaki insanları artık kusturduğunu hissediyorum. Türkiye nefreti diyemem buna. Sanki daha çok sizler ‘bizi kurtardınız ama artık bırakın da kendi ayaklarımız üzerinde duralım’ demeye çalışıyorsunuz. Burada uluslararası diplomasinin, batının ikiyüzlülüğünün Türkiye’nin elini Kıbrıs üzerinden çekmemesinde etkili olduğu kanısındayım. Keşke Annan Planı’nda Türk tarafının gösterdiği yüksek gönüllülük karşılığını bulsaydı. Umarım artık adada iki toplumun birlikte yaşayacağı bir zemin yaratılır. Umarım sınırsız ve sınıfsız toplum idealimiz Kıbrıs’ta gerçekleşir. Kıbrıs çok dilli, çok kültürlü yapısıyla barışın yeşerdiği dünyaya örnek bir ülke olur.”
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!